CİHAN PADİŞAHLARININ KİŞİLİKLERİ VE SULTAN CAMİLERİNE YANSIMASI

İmtisâl-i "câhidû-fi'llah" olupdur niyyetüm (Niyetim "Allah uğrunda savaşınız" âyetine bağlı kalmaktır)  Dîn-i İslâm'ın mücerred gayretidür gayretüm (Gayret gösterişim İslâm dîninin gerektirdiği gayrettir)
Fazl-ı Hakk u himmet-ı cünd-i ricâullâh ile (Allah'ın lütfu, kutlu din büyükleri ve askerlerinin yardımları ile)
Ehl-i küfri ser-te-ser kahr eylemekdür niyyetüm (Niyetim kâfirleri baştan başa bozguna uğratmaktır) İy Muhammed mu'cizât-ı Ahmed-i Muhtâr ile (Ey Mehmed! Hazret-i Muhammed 'in mu'cizeleri ile) Umaram galib ola a'dâ-yı dîne devletüm (Umarım Devletim din düşmanlarına galip gelecektir)
Fatih Sultan Mehmet
CİHAN PADİŞAHLARININ KİŞİLİKLERİ VE SULTAN CAMİLERİNE YANSIMASI
Şüphesiz ki bize vizyon olan pusulamız, gurumuz ve İslam’ın yıllarca yiğit sancaktarlığını yapan Osmanlı İmparatorluğu’na altın harflerle adlarını ve yaptıklarını kazıyan padişahlardır onlar: Fatih, Yavuz ve Kanuni.
Tarihi sıralaması ile adlarını yazdığımız bu ulu insanların, fıtratlarından kaynaklı bazı karakterleri öne çıkmaktadır. Yaşarken bu niteliklerini hissettiren bu 3 kahraman, vefatlarının ardından da Mukaddes şehir İstanbul’da, yattıkları türbe ve camide adeta bu kişiliklerini hissettirmektedirler.
Yazımızın başındaki şiirlerinden anlaşılacağı üzere Fatih Sultan Mehmet, ilme çok düşkün bir padişah idi. Çünkü babası 2. Murat, büyük oğlu Alaattin’in ölümü üzerine varis olacak olan bu oğlunun eğitimine fevkalade önem vermiştir. Dönemin büyük alimlerinden Molla Gürani’yi ve Molla Hüsrev’i ona hoca olarak görevlendirmişti. Kendi eğitiminde önemli yer tutan bu alimleri, Fatih ömrü boyunca herkesten üstün tutmuştur. Resmi toplantılarda çok defa alimlerle birlikte yemek yemiştir. Molla Hüsrev’e camide dahi rast gelse hürmetini bildirmek maksadıyla ayağa kalkardı. Vezirlerine bir yerde Molla Hüsrev’i göstererek, “asrın Ebu Hanife’sine bakınız” demiştir.
Fâtih Sultan Mehmed, askeri ve siyasî dehasının yanında ilmî yönden de Osmanlı padişahları arasında önemli bir konuma sahiptir. Yeni devletin kurulmasında eğitim ve öğretimin etki ve önemini her şeyden üstün tuttu. Eğitim sistemini kânunla düzenleyerek ulemâ sınıfı diye tanınan ve idarenin temelini meydana getiren diyanet ve hukuk kurumlarını teşkilâtlandırdı. Açtığı medreselerle devletin ilmîleştirilmesini esas aldı. Aklî ve naklî ilimlerde söz sahibi olan âlimleri İstanbul’a topladı ve bu medreselerde talebe yetiştirilmesini sağladı. Devrin önemli alimleri onun zamanında dünyânın dört bir tarafından akın ettiler. Fatih ilim ehline çok hürmet göstermiş, onların serbest düşüncelerine mani olmamıştır. Kendisine fahri hoca ve musahip seçtiklerine Hocam diyerek hitap etmiştir. Gerek İstanbul ve Edirne’de oturduğu zamanlarda gerek seferleri esnasında ilim ehlini hep yanında bulundurmuştur. En büyük zevki onların ilmî sohbet ve münazaralarını dinlemek takip etmek olmuştur. Hatta seferlerinde at üzerinde yolculuk yaparken dahi münavebe ile onlardan bazılarını yanına çağırtır ve ilmî mübahaselerde bulundururdu.
İşte bu denli ilim düşkünü bir Zat olan Fatih’in yattığı ve aynı adla anılan cami ve Fatih Semti, İstanbul’un dini ilim merkezidir. Yıl boyunca çeşitli zamanlarda düzenlenen kitap fuar ve sergileri, Fatih’in bu kişiliğini vefatının ardından da yaşatmaktadır.
Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavgâ imiş
Bir velîye bende olmak cümleden a’lâ imiş.
Yavuz Sultan Selim
Fatih’in torunu olan Yavuz Sultan Selim Han’ın kudretli kişiliği yanında kibirden uzak tevazusu da tarihi kaynaklarda sıklıkla bahsedilir. Bunlardan en bilineni, Mısır ve Hicaz seferlerinin ardından kutsal emanetler, yüklü bir ganimet ve askeri başarılarla İstanbul’a dönüşünde, ordu gündüz vakti Üsküdar’a varmıştır. Yavuz, İstanbul halkının, kendisine büyük bir tezahürat yapacağını haber aldığından Lalası Hasan Can’a: “Hava kararsın, herkes evlerine dönsün, sokaklar boşalsın, ben ondan sonra İstanbul’a gireyim. Fanilerin alkışları, zafet takları ve iltifatları bizi nefsimize mağrur edip yere sermesin.” demiştir. Ayrıca Yavuz Selim Han’ın, herhangi bir saray halkından ayırt edilemeyecek kadar sade giyindiği malumdur. Yavuz Selim’in yanındaki nedimleri ve vezirleri devamlı olarak padişahın güzel elbiseler giymesini söylerler, fakat padişah onların bu sözlerine pek rağbet göstermez ve sade giyinmeğe devam ederdi. Yavuz Selim, israftan ve gösterişten de son derece sakınırdı. Nitekim Yavuz Selim, mütevazi bir köşk yapılması için Abdüsselam Bey adında birini görevlendirir. Bu zat çok ihtişamlı bir köşk yapınca Yavuz Selim son derece hiddetli bir şekilde; “Ben sana bu kadar para sarfına ruhsat vermemiştim; basit bir gölgelik yapmanı istemiştim.” deyince Abdüsselam Bey çok zor duruma düşer ve durumunu kurtarmak için de köşkü kendi parasıyla yaptığını söyler ve hediye olarak kabulünü istirham eder.
Böyle mütevazi bir kişiliğe sahip bu Sultanın kabrinin bulunduğu kendi ismindeki cami de, İstanbul’un tarihi Fatih semtinde, Haliç’e yakın bir mekanda, evlerin, yerleşimin arasında kalmış mütevazi bir ibadethanedir. O kadar ki, çoğu insan, İstanbul’da yaşayanlar dahi onun kabrinin burada olduğunu bilmezler. Bu da gösteriyor ki Yüce Allah onun samimi niyetine uygun bir kabir hayatı yaşatmaktadır.
Kanuni Sultan Süleyman’ın dönemin Fransa Kralı’na yazdığı mektup
Ben ki, Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Dulkadir Vilayeti’nin ve Azerbaycan’ın Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve Diyarbekir'in ve Kürt diyarının ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dâhi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Bayezıd Hân'ın torunu, Sultan Selim Hân'ın oğlu, Sultan Süleyman Hân’ım

Türklerin kendisine Kanuni ve Gazi, Avrupalıların ise " Muhteşem - The Magnificent Süleiman (Süleyman der Prächtige)" dedikleri Süleyman Han, babasından devraldığı 6,557,000 kilometrekarelik Osmanlı toprağını, yaptığı fetihlerle 14,893,000 kilometrekareye ulaştırmıştır. Bulunduğu yüzyıl, dünya tarihine Türk asrı olarak geçmiştir. Yukarıdaki mektupta da görüldüğü üzere İslam Sancağı hak ettiği büyüklükle sallandırmıştır.
Memleketin hemen her yerinde camiler, mescitler, medreseler, hamamlar ve çeşmeler inşa ettirdi. Mimar Sinan'ın yaptığı Süleymaniye Camii de bu devirde Türk azameti devrinin tacını teşkil etmiştir. Koca Mimar Sinan büyük Hakan'a; "Padişahım sana öyle bir cami inşa ettim ki, kıyamete değin ayakta duracak bir metanete sahiptir." diyerek bu güzel eserini takdim etmiştir. Hayatını yazmakla bitiremeyeceğimiz bu ulu Hakan’ın, hayattayken sürdürdüğü muazzam çağı, kabrinin yanı başında bulunan ibadethanede de görmek mümkün.
Yukarıda belirttiğimiz bu 3 Ulu Hakan’ın yaşamları boyunca görülen şahsiyetleri, vefatlarının ardından da kabirlerinin çevresinde kendisini hissettirmektedir. Allah bir kez daha onlara Gani Gani rahmet etsin.
Kök Türk