İslamiyet’te Demokrasi: Şura ve İstişare Kavramları

Şura kelime anlamı itibariyle konuşma yeri, istişare meclisi demektir. Şura ile aynı kökten türetilmişr. Şura işe aynı kökten türemiş olan ve çok kullanılan bir başka kelime de istişaredir. Bu kelime de bir kişinin işinin aydınlanması, açıklığa kavuşması ve başkalarının görüşünü almak manalarına gelir.
olan müşavere, meşvere, meşure; danışıp işaret almak, oylarını almak manalarına gelmektedir. Kelimenin kökü aslında arıdan bal almak manasında kullanılan bir fiilden kaynaklanmaktadı

Demokrasi kelimesi ise Demos (Halk) ve Kratos (İdare) anlamlarına gelen latin kökenli kelimelerdir. Yani halkın kendini idare etmesi manasına gelmektedir. Batı Uygarlığına Roma İmparatorluğundan kazandırılmış bir kavramdır. Bu yazımızda İslam dininin modern çağda halkın kendi iradesi ile kendisini yönetmesi olarak adlandırılan demokrasi ile ilişkisini ortaya koymaktır
O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış (istişare et). Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever. “ (Al-i İmran 159)

Bu ayeti kelime Rasûlullah (s.a.s.) Efendimizin Uhud savaşının başlangıcında ashabını toplayarak bu konuyu onlarla görüşmesi ve sonrasında yaşananlar sonucu indirilmiştir. Peygamber Efendimiz kendi fikrini açıklayıp onların fikirlerini almıştı. Allah’ın Resûlü Medine’de kalıp gelmekte olan düşmana karşı bir müdafaa savaşı vermeyi düşünüyordu. Ama istişare ettiği ashabı arasında daha önce Bedir’de bulunamayıp düşmanla karşılaşmaya can atan, bir meydan muharebesi için yanıp tutuşan gençler vardı. Bunlar ısrarla Uhud’a gitmeyi, düşmanı şehrin dışında karşılamayı ve kahramanca bir savaşta Rasûlullah’ın yüzünü aydın etmeyi istiyorlardı. Onların bu arzularında ısrarlarını gören Allah’ın Resûlü kendi fikrinden vazgeçip onların bu arzusunu kabul etti. Sonra bu gençler Rasûlullah’ı üzdüklerini, onun arzusuna muhalefet ettiklerini düşünerek pişman oldular ve gelip şöyle dediler: “Ey Allah’ın Resûlü, sizin arzunuzun aksine bir şey isteyerek galiba bizler hata ettik. Bu tavrımızdan ötürü bizi affet ve nasıl istersen öylece yap. Biz sizinle beraberiz” dediler. Allah Rasûlü artık kararını vermişti.

İşte daha önce ashabıyla istişare edip de bu istişaresinin sonunda kendi fikrinden vazgeçip, onların isteklerine tabi olmasını Yüce Yaradan emrediyordu. Hatta bu istişare sonucu alınan karar olumsuz sonuçlanırsa dahi artık ashabıyla istişareden vazgeçme gibi kalbinden bir duygunun geçmemesi, istişare ettiğine pişmanlık duymaması için Rabbimiz burada açıkça müşavere emrini veriyordu.

Kur’an, ayrıca Allah ile melekleri arasında geçen müşavereyi, insanlığa örnek olarak sunmaktadır. Allah, üstün emredici olarak şûra etmeye muhtaç olmadığı halde Hz. Âdem’i yaratmayı düşündüğü zaman yeni bir varlık yaratacağını ve onu yeryüzünde halife kılacağını meleklere meşvereti andırır bir tarzda açarak, şûrayı bizzat uygulamaktadır. Allah ile melekleri arasında geçen şûra Kur’an’da şu şekilde zikredilmiştir: “...Düşün o zaman ki, Rabbin meleklere, ‘yeryüzünde (emirlerimi yerine getirip, varlıklar üzerinde tasarrufta bulunacak) bir halife yaratacağım’ buyurduğunda, melekler şöyle demişlerdi: ‘Yeryüzünde fesat çıkarıp, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Hâlbuki biz seni hamd ile tesbih eder, seni her türlü noksandan yüce tutarız’ Allah ise, ‘Ben sizin bilmediğinizi bilirim’ buyurmuş ve Âdem’e bütün isimleri öğrettikten sonra meleklere göstermiş ‘eğer (halifeliğe daha layık olduğunuz iddiasında) doğru iseniz bunların isimlerini bana söyleyin’ buyurmuştur. Melekler, ‘seni her türlü noksandan tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur, Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın” (Bakara 30-32). Kur’an’da geçen bu istişare örneğinin amacının, şûranın önemini insanlığa göstermek olduğu düşünülmüştür. Başka bir ayet-i kelimede“Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.” (Şura 38) buyurmuştur.

İslam ümmeti vahiy kesildikten sonra hakkında bir nas (delil) bulunmayan durumlarda Şura’ya işaret etmiştir. Zaten islemi yönetim düzeni ayetlerden de anlaşıldığı üzere Şuraya dayalı bir yönetim düzenidir. İslama göre şura, istişare, müşavere, toplumun en alt birimi olan aileden başlayarak, aile idaresinde, çocuk yetiştirme ve terbiyesinde, ilim ve eğitimde, ekonomi ve kültürde, cemiyet ve cemaatlerde, millet ve devlet idaresinde, netice olarak müslümanlar arasındaki her türlü meselelerde en etraflı çözüme ulaşma yöntemidir.

Nitekim aşağıdaki hadis-i şeriflerde Peygamber Efendimiz şura ve istişarenin önemine işaret etmiştir:
İstişarede bulunarak işlerinize karşı yardım alınız.”
Bir topluluk istişarede bulundu mu mutlaka işlerinde en doğru olana yönelirler.
İstişare edilen kişi kendine itimat olunan kişidir.”
Hz. Ali, Rasulullaha şöyle bir soru sormuştur: “Ey Allah’ın Rasulü, bana hakkında herhangi bir hüküm buyrulmayan ve senin sünnetinde de bulunmayan bir mesele arz edilse nasıl hareket etmemi emredersiniz?“ dediğinde Rasullulah şöyle cevap buyurmuştur: “Müminlerden oluşan bir idabet ve fıkıh ehli arasında istişare meclisi kurarak, ona havale edersin, özel olarak kendi oyunla hüküm verme.

İslam tarihinde şuranın uygulanışı ile ilgili birkaç örnek mevcuttur. Bunlar:

1. Rasulullah efendimiz Medineye geldiğinde namaza davet için nasıl bir çağrıda bulunulması gerektiği konusunda ashabı ile istişarede bulundu. Tekliflerden bir kısmı ateş yakılmasını, bir kısmı yahudi ve hıristiyanlar gibi çan çalınmasını, birisi de gür bir insan sesiyle davet edilmesini önerdi ve bu teklifi peygamber efendimiz kabul etti. Sonrasında sesi güzel olan sahabe Bilal-i Habeşi kuba mescidde yüksek bir yere çıkarak ilk ezanı okudu.

2- Bedir savaşında Resulullah Bedir kuyusundan daha aşağıda bir yerde konaklamıştır. Ashabtan Habbab İbn-i Münzir (r.a.): Ey Allahın Resulu! Şu konakladığın yere seni Allah mı konaklattı? Yoksa savaş stratejisi olarak siz mi uygun gördünüz? Diye sordu. Peygamber (s.a.s) hayır bu benim kendi görüşümdür buyurdu. Bunun üzerine Habbab da savaş stratejisi açısından Müslümanların Bedir suyunu kontrolleri, altına almalarının daha önemli olabileceğini belirtti. Resulullah da Habbab‘ın görüşünü isabetli bularak onun görüşüyle amel etti.

3- Bedir seferi sırasında Mekke ordusunun geliş haberi alınınca Resulullah savaş kararı için henem Şura heyetini topladı. Resulullah muhacirin hepsinin yardıma hazır olduklarını bildirmelerini yeterli bulmadı ve istişarenizi bana bildiriniz dedi. Ensar da ona tam teslimiyette olduklarını bildirince Resullullah savaşa grime kararı aldı.

4- Resulullah Efendimiz kendi yerine bir halife seçmemiştir. Nitekim Resullullah vefat edince Müslümanlar toplandılar. Şura usulü müzakere fikir alışverişi ve tartışmadan sonra Hz Ebu Bekir’i halife seçtiler ve Müslümanların hepsi de ona biat ettiler. Yine Hz. Ömer dönemindede Hz. Ömer vefatından önce 6 kişilik bir Şura heyeti oluşturdu ve bu Şura heyeti de Hz. Ömerin vefatından sonra toplanarak Hz. Osman’ı halife seçmiştir. Bu arada dikkat çekici bir husus da Hz. Ömer’e kendi oğlunun halife seçilebileceği teklif edilince Hz. Ömer “Allah hayrını versin! Karısını boşamaktan aciz birisini nasıl halife seçerim“ cevabını vermiştir.

Sonuç itibariyle şûranın karşımıza çıkan en çarpıcı özelliklerinden birisi hem devlet yönetiminde siyasi iktidara yüklenmiş bir görev hem de insanların günlük hayatında uyguladığı temel bir gerçek olmasıdır. Siyasi iktidarın yönetilenlerin görüşüne başvurması, danışılan insanların en doğru çözüme ulaşmak için daha çok gayret etmelerini, ortaya çıkan fikri desteklemelerini sağlar. Benzer bir şekilde insanoğlu günlük hayatında karşılaştığı problemleri etrafındaki insanlara danışarak çözümler üretir. Görüldüğü üzere her ikisinde de temel amaç hatayı engellemek ve en doğru kararı verebilmektir.

İslam, bütün insanlığa hitap ettiği, getirdiği sistem ve hükümler her devirde geçerli ve uygulanabilir olduğu için, şûra meclisinin oluşum biçimi ve özellikleri toplumsal gelişmelere, zaman ve sosyal ortama bırakılmıştır. Buna göre şûra heyetinin oluşumu ve özellikleri, sosyal ve modern gelişmelere bağlı olarak farklılaşabilmiştir. Önemli olan her idarede bir şûra meclisinin bulunması ve böylelikle tek bir kişinin veya yönetici kadrosunun diktasının önlenerek adil kararlar alınmasının sağlanmasıdır. Dolayısıyla şûranın bir görev olarak yüklenilmesi fakat şeklinin kesin olarak belirlenmemesi, şûranın bir meclis olarak oluşumuna engel değildir. İnsanların karşılıklı fikir alışverişinde bulunmaları ve böylelikle şûra hükmünün yerine getirilmesi, insanların bir araya gelmesini sağlayacak bir meclisin oluşumunu da gerekli kılmaktadır.

Günümüz demokrasilerinin temel unsurlarından biri olan iktidarın sınırlanması ve halkın yönetime katılımı, İslam hukukunda şûra meclisi aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Devlet organlarının günümüzdeki anlamıyla şekillenmediği bu dönemlerde, danışma ve istişare, iktidarın, önemli devlet işlerini görmede tek başına hareket etmesini engellemesinin yanı sıra kendisine danışılan, fikir alınan bir organın karar alma sürecine katılımını da ifade etmiştir. Dolayısıyla bu kurullar kendi çağı içinde değerlendirildiğinde devlet iktidarının sınırlanmasında da önemli bir rol oynamışlardır.

Yapılan araştırmalara göre şura yalnızca İslam ülkelerine özgü ve onlarla yaşayan bir ilke değildir. Danışmanın önemi ve uygulanış tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Eski Türkler, şûra kelimesine karşılık olarak, işlerde danışma, görüşme, düşünme ve müşavere anlamına gelen “kengeş” kelimesini kullanmışlardır. Devlet yönetiminde “kurultay”, siyasi, askeri, ekonomik, sosyal ve kültürel konulardaki devlet meselelerin görüşüldüğü, tartışıldığı genel kararlar alabilen en yüksek devlet organı olmuştur. İslamiyet öncesi Türk devletlerinde kağan devlet hayatını ilgilendiren önemli meselelerde tek başına karar alamayıp kurultaya danışmak zorunda kalmıştır. Kurultay ve kağan
arasındaki temel ilişki, devlet başkanı ile şûra meclisi arasındaki ilişki ile büyük benzerlikler taşımıştır. Hakanın kurultayın, sultanın Divanın, padişahın da Divan-ı Hümayun’un aldığı kararlarla kendini bağlı hissetmesi, belli ölçüde de olsa iktidarını sınırlamıştır.

Görüldüğü üzere demokrasi anlayışı sadece Roma veya Yunan Medeniyetleri tarafından uygulanmamış, birçok medeniyet tarafından farklı adlar altında aynı amaçla uygulanmıştır. İslam ise günümüzde demokrasi olarak adlandırılan bu anlayışı bizzat yaşamış ve yaşatmıştır. İsmini başka medeniyetlerden almış olsa da demokrasinin İslam’a yabancı bir kelime olmadığı aşikardır. Yüce rehber Kuran-ı Kerimin indirildiği zaman dünyadaki geri kalmış medeniyetlerin durumu düşünüldüğünde, dönemine kıyasla İslamiyet, devletin keyfi uygulamarını engelleyip kul hakkını gözetecek çok çok ileri uygulamaları, sosyal ve siyasal hayata icra edebilmiştir.

KökTürk