“Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi takva sahiplerine önder eyle...”(Furkan, 74.)
Müslim’de kaydedilen bir hadiste şunlar aktarılıyor: Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), kızı Zeynep’ten olan kız torunu Ümâme kucağında olduğu halde namaz kılar, ayakta iken onu kucağında tutar, secdede onu yanı başına koyar, ayağa kalkarken tekrar kucağına alırdı.
Başka bir hadis-i şerife
göre Peygamber Efendimiz (s.a.v) minberde hutbe okurken kırmızı elbise içinde, düşe kalka ilerleyen torunları Hasan ile Hüseyin’in mescidin kapısından içeri girdiğini görünce hemen hutbesini yarıda kesmiş, minberden inmiş, torunlarını kucağına alarak tekrar minbere çıkmış ve kucağında torunları olduğu halde hutbesine kaldığı yerden devam etmiştir.
Abdullah b. Ömer’den (r.a) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Hepiniz birer çobansınız ve her biriniz sürünüzden sorumlusunuz. Devlet başkanı bir çobandır ve yönetimi altındakilerden sorumludur. Erkek, aile fertlerinin çobanıdır ve onlardan sorumludur.
Kadın kocasının evinde bir çobandır ve çocuklarından mesuldür. Hizmetçi/isçi, efendisinin/işverenin çobanıdır ve ondan mesuldür. Hasılı hepiniz birer çobansınız ve her biriniz sürüsünden mesuldür.” (Buhari)
Bu mesuliyetlerin şüphesiz ki en büyüklerinden birisi de geleceğin Müslüman cemaati olacak çocuklarımızı, Yüce dinimiz İslam’a ve Yüce Allah”ın evi olarak nitelendirilen camilerimize alıştırmaktır. Türkiye”de geçmiş zamana kıyasla azalmış olmakla birlikte Ramazan ve Kurban Bayramı heyecanla beklenir. Çünkü tatillerin uzun olmasıyla akraba ziyaretleri sıklaşır, bu ziyaretler artınca bayram öncesi alışveriş yerleri dolar taşar. Yeni elbiseler alan ve bayram günü el öperek harçlıklarını toplayan çocuklar bu tarihleri heyecanla beklerler. Çocuklar için önce eğlence, oyun olan bu bayramlar, yetişkin gibi düşünmeye başlayınca artık Allah”a yalvarmanın, rızasına nail olmanın daha da pekiştiği kutsal günler, zamanlar olmaya başlamaktadır. Aynı mutluluk ve heyecan, özellikle Ramazan Ayı ve Cuma Namazları gibi cemaatin dolup taştığı zamanlarda da yaşanmaktadır. Ancak yaşı ve gelişimi gereği Camiye arkadaşlarıyla vakit geçirmek, oynamak için gelen çocuklar burada asık suratlar, bağırış çağırış ve benzeri olumsuzluklarla karşılaşınca, günlük hayatta sıklıkla karşılaştığımız gibi dininden diyanetinden uzak Müslümanlar olmaktadır. Peki birbirine bu kadar zıt iki davranışın oluşmasının sebeb-i hikmeti nedir?
Bu soruyu psikiyatristler başka amaçla yaptıkları deneylerde tesadüfen cevap bulmuşlardır. Bunlardan birisi de bir Rus kimyager ve fizyolog olan Ivan Pavlov'un deneyidir. Pavlov, köpeklerin sindirim sistemi üzerinde araştırmalara başladığı sırada, deneyi bambaşka bir yönde gelişmiş ve klasik koşullanma adı verilen bir kavramı keşfetmiştir.
Pavlov, deneyine başladığı dönemde köpeklerin tükürük bezleri ve sindirim sistemi arasındaki ilişkiyi incelemeyi amaçlamıştır. Pavlov'un ilk bulguları midenin, sindirim işlemine başlamadan önce tükürük bezlerinin harekete geçmesi gerektiği yönünde olmuştur. Pavlov daha sonra köpeğine yiyecek vermeye başladığı anda; yanıp sönen bir ışığı yakmış ve bir zili çalmaya başlamıştır. Bu uyarıcılardan önce, sadece yiyeceği gördüğünde salya akıtmaya başlayan köpek, bir süre sonra sese ve ışığa karşı salya akıtmaya başladı. Bu deney neticesinde şartlı refleksi keşfeden Pavlov, aynı zamanda şartlı refleksin uyarıcılar sık sık yanlış uyarılar verdiğinde kaybolduğunu da ortaya çıkardı. Pavlov, çalışmalarının sonuçlarını 1903 yılında yayınlamıştır. Bir yıl sonra tıp alanında Nobel ödülünü kazanan Pavlov, bu ödülünü klasik koşullanma bulgusu için değil, sindirim psikolojisi üzerindeki çalışması nedeniyle kazanmıştır.
İnsanların yararı için bu tür deneyler daha önce de denek hayvanlar üzerinde uygulanmıştır. Bu deneyin de amacı şüphesiz insanların dürtüsel davranışlarını açıklamaya yöneliktir. Deney ortamında böyle bir sonuç ile karşılaşınca acaba insanlarda da mı bu durum böyle midir sorusu akılları meşgul etmiştir. Gözlemler sonucu, deney sonucunun eşref-i mahlukat (yaratılanların en şereflisi) olan insanlarda, daha gelişmiş bir şekilde örtüştüğünü göstermiştir.
Klasik koşullanma, kişilerin ilgi, olumlu tutum, olumlu benlik kavramı, derslere karşı özgüven kazandırılmasında önemli rol oynamaktadır. Yani sadece din eğitimi, cami sevgisinde değil, okula ve derse karşı tutumda da önemlidir. Öğrenci, okul ile çevresinde kendine mutluluk veren ya da kaygı, korku yaratan uyarıcıları ilişkilendirir.
Nasıl ki okulda yaşanan olaylarla ilgili olumsuzluk, okul ve okulla ilgili diğer öğelere genellene biliyorsa, ve hatta bu etki o kadar güçlü olup öğrencinin yaşamı boyunca eğitime, okula, eğitimcilere ve mesleğine karşı olumsuz bir tutum kazanabilmesine sebep oluyorsa küçücük zararsız bir çocuğun Allah muhafaza dinine karşı ilgisiz, düşmanca tavır geliştirmesine de sebep olmaktadır. Bu nedenle cami cemaatinin özellikle görevlilerimizin, çocuklara mutluluk veren olumlu yaşantılar kazandırmaları, bunu Allah, Peygamber ve Kuran sevgisiyle ilişkilendirmeleri çok önemlidir.
Deneyin ilerleyen aşamalarında Pavlov denek köpeğe ses ve ışık uyarıları vermeye devam etmiş ancak onun bu davranışını pekiştirecek ödülleri (yani eti) vermemiştir. Sonuçta tepkileri zayıflamış ve artık salya salgılamamaya başlamıştır. Yani bir şeye karşı olumlu bir tutum geliştiren bir canlı, onun karşılığında aynı ödülü alamayınca, ona karşı tutumu geriye dönmektedir. Camiye, manevi unsurlara karşı olumlu bakan bir çocuk, yetişkinin onu özendiren davranışlarına devam etmemesi sonucu geriye dönüş yaşayabilmektedir. Bunun anlamı, yapılan bu uygulamaların kısa süreli değil, sürekli olması gerektiğidir.
Doğar doğmaz evde kendisine örnek aldığı anne ve babasının namazını tastamam kılıp Allah’a yalvardığını gören bir çocuk, onu kendine model alarak, belki oyun olarak başlayacağı namazı, aklı ayırt etmeye başlayınca bir görev ve hayatın olmazsa olmazı olarak kabul edecektir. Son olarak şunu da vurgulamamız gerekir ki çocuklarının eğitimi ve manevi gelişimi için kaygılanmayan büyükler, gelecekleri için kaygılanmalıdırlar. Bin bir zorlukla inşa edilen, uğruna büyük mücadeleler sarf edilen, alın teri ve büyük mutluluklarla bina ettiğimiz camilerimizin çok değil 10- 20 yıl sonrasında boş kalmaması için safları çocuklarla şenlendirmek Yüce Rabbimizin bizlere bahşettiği boynumuzun borcudur.
Köktürk