Öğrenilmiş Çaresizlik ve Yeis Bataklığından Sıyrılmak

1970’li yıllarda bilim adamlarının ortaya atmış olduğu bir düşünce üzerine birtakım psikoloji deneyi gerçekleştirilmiştir. Bu deneylerden birinde bir köpek balığı belirli bir müddet aç bırakılarak bir akvaryuma konulmuştur. Balık akvaryumun her yerinde yüzebilmektedir. Yiyecek bir şeyler aramaktadır. Deneyin ilerleyen aşamalarında akvaryuma küçük bir balık konulur. Aç bırakılmış olan köpekbalığı küçük balığı yemek için hemen harekete geçer. Ancak küçük balığı yemek için ilk saldırısında kafasını ne olduğunu anlayamadığı sert bir şeye çarparak şok geçirir. Çünkü bilim adamları küçük balık ile köpek balığının arasına cam bir bölme yerleştirerek onları ayırmışlardır. Köpekbalığı bu durumu algılayamamıştır ve tekrar tekrar aynı işlemi yapmıştır. Ne yazık ki sonuç hep aynı olmuş, anlayamadığı bir şey hedefine ulaşmasına engel olmuştur. Son olarak köpekbalığı küçük balığı yemek için uğraşmayı bırakmıştır. Büyük balık depresyona girmiş gibidir. Tüm çabası sona ermiş, akvaryum içinde anlamsızca gezinmeye devam etmiştir. Deneyin ikinci aşamasına geçildiğinde
araştırmacılar aradaki cam bölmeyi kaldırmıştır. Artık köpek balığı istediği şekilde küçük balığı yiyebilecektir. Önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Ancak beklenilenin aksine köpekbalığı küçük balığı yemek için hiçbir girişimde bulunmamıştır. Hatta küçük balıklar müdahale ile diğer tarafa geçirilmiş ancak yine de yemek için hiçbir hamle yapmamnıştır. Sonuç çok şaşırtıcıdır, büyük balık açlıktan ölmek üzere olmasına rağmen yine de küçük balığı yememiştir.
Bilim adamları buna benzer deneyler yapmaya devam etmişler ve benzer sonuçlar elde etmişler.
Martin Seligman isimli bilim adamı bu durumu “Öğrenilmiş Çaresizlik” olarak adlandırmışlar. Öğrenilmiş çaresizlik, bir canlının defalarca denediği halde istediği sonucu alamaması durumunda, bir sonraki denemesinde başarısız olacağını beklemesinden dolayı, deneme cesaretini kaybedip hiçbir şey yapmaması durumu olarak tanımlanır.
Öğrenilmiş çaresizlik kavramını günlük hayattaki yaşantılarımıza uyarladığımızda birçok yaşantımızla örneklendirebileceğimizi göreceksiniz.
Okul ya da iş ortamında arkadaşlarımızla, öğretmenlerle, işverenlerle veya çevremizdeki diğer insanlarla yaşadığımız çeşitli sorunlar bizleri sürekli olarak sıkıntı ve üzüntüye soktuğu gibi karşı karşıya kaldığımız engellenme amaçlarımıza ve hedeflerimize ilişkin ümitlerimizi de kırabilmektedir. Ancak psikolojik direnci yüksek olup bu tip sorunlar karşısında kararlı durabilen insanların başarıya ulaştıklarını, yaşama ilişkin ideallerini gerçekleştirebildiklerine tanık oluyoruz.
Ümitsizliğe girme noktasında yeis ve ucub kavramları ile karşılaşırız. En basit tanımı ile yeis"Allah’ın rahmetinden ümit kesmek"; ucub ise "O’nun azabından kendini emin sanmaktır. Hayatın tüm alanında olabileceği gibi ibadet yapmada ve hayır işlemede başarılı olamayan insanlarda "ümitsizlik" girdabı kendini göstermektedir. Başarıya ulaştığı halde nefsine söz geçiremeyen insanlarda ise, sonu kibir ve gurura varan "ucub" hastalığı tezahür eder. Bunlardan birincisi tefrit, ikincisi ifrattır (haddi aşmak) ve ikisi de insanın dünya ve ahiret hayatına zarardır.
Peygamber efendimiz (s.a.s.) birgün ashabı ile sohbetteyken:
– “Şüphesiz kalpler de demirlerin paslandığı gibi paslanır.” buyurmuşlardır. Bunun üzerine
– “Ya Rasulallah, onun cilası nedir” diye sorulduğu vakit Allah Resulü (s.a.v.) de şöyle cevaplamıştır:
– “Kalplerin cilası Kur’an okumak, Allah’ı çokça zikretmek ve ölümü çok hatırlamaktır.” (Beyhakî, Ali el-Müttakî). Bu güzel hadisten yola çıkarak Mehmet Akif’in “bataklık” olarak tanımladığı yeis mikrobundan arınmanın yolu, pasın cilası olan Kur’an-ı Azimüşşan’da şu şekilde zikredilmiştir: “De ki: Ey (günah işleyerek) kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlayıcıdır. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan ve esirgeyendir.” (Zümer, 39/53). Hatta ve hatta ümidin ve umudun canlı tutulması ile ilgili Enes İbni Mâlik (r.a.) den rivâyet edilen hadiste Resûlullah (s.a.s.) "Herhangi birinizin elinde bir hurma fidanı varken, kıyâmet kopacak olsa, derhal onu diksin.”  şeklinde çarpıcı bir örneği de bulunmaktadır. Bu hadisle aslında doğa sevgisi yanında ümidin son ana kadar devam ettirilmesi yönünde de üstü kapalı bir uyarı bulunmaktadır.
Ümitsizlik duygusunun yol açtığı yaralar, dünya ve ahiret hayatımıza getireceği olumsuzluklardan bahsettikten sonra insanın ruh haline olan etkisine de değinmekte yarar vardır. Bu ümitsizlik duygusu biriken diğer meseleler ile birlikte ister istemez depresyon denilen rahatsızlığı da beraberinde getirmektedir. Hatta bazı araştırmacılar öğrenilmiş çaresizliği de depresyon olarak değerlendirebilmektedir. Depresyon hemen hemen tüm insanların yakalanabileceği, toplumda çok yaygın olarak rastlanan bir ruh halidir. Hatta her toplumda farklı anlamlandırılabilmektedir. Örneğin, Nijeryalılar içinde bulundukları durumu "beynimde karıncalar yürüyor" gibi deyimlerle tanımlarken, Çinliler sinir yorgunluğu yaşadıklarını ve kalplerinin sıkışıp ağırlaştığını dile getiriyorlar. Bu farklılığa genel hatlarıyla bakacak olursak, Batı kültürleri depresyonun kendi içlerinden kaynaklanan problemler olarak düşünme eğilimindeyken daha toplumcu olan Asya toplumları, üzüntü gibi sıkıntı uyandırıcı duygusal durumların dış dünya kaynaklı olduğuna inanmaktadır. Çünkü bireyselciliğin yaygınlaştığı toplumlarda depresyondan şikâyetçi olan kişiler içlerindeki çaresizlik, umutsuzluk, suçluluk ve kendine güvensizlik hisleri üzerinde dururken, daha az bireyselci toplumlar yorgunluk, iştah kapanması, hareketlerin yavaşlaması gibi davranışa yönelik belirtilere odaklanmaktadır.
Sonuç itibariyle şunu net olarak söyleyebiliriz ki, Müslüman’ın umutsuz olmaya hakkı yoktur. O, kıyamet koparken dahi elindeki fidanı ekmekle ve onun yeşermesini ummakla yükümlüdür. Bu konuyu en iyi şekilde işleyen şairlerden biri olan Mehmet Akif’in şu mısraları ile yazımızı tamamlıyoruz:
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye'se yapıştın!
Herkes gibi dünyâda henüz hakk-i hayâtın
Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?
Ye's öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Köktürk